Kıbrıs Gazetesi ile Röportaj

    Mağusa Suriçi                        

Birçok kültüre ve dine ev sahipliği yapan tarihi Gazimağusa kentinin paha biçilmez değerdeki dünyaca ünlü tarihi yapıları ilgisizlik nedeniyle gün geçtikçe dökülüyor. Büyük bir çoğunluğu kum taşından inşa edilmiş olmaları nedeniyle iklim şartlarına dayanamayan eski yapılar, düzenli bakımları yapılmadığı için yıkılma tehlikesi ile karşı karşıya kalıyor.

Gazimağusalılar doğup büyüdükleri kentlerinin ilgisizlik yüzünden tarihinin yok olup gitmesini de büyük tedirginlik içinde izlemek zorunda bırakılıyor.
Konu ile ilgili olarak gazetemiz KIBRIS’a konuşan Mağusa İnisiyatifi Sözcüsü Dr. Okan Dağlı, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin ciddi biçimde eski eserlerin bakım ve onarımında çekingen davrandığını söyledi.
Dr. Okan Dağlı, 1960’lı yıllarda hayatını kaybeden Süryani asıllı Kıbrıslı Theofilos Mogabgab’ın Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nde müdürlük yaptığı dönemde 3-4 taş ustası ile Mağusa’daki eski eserlerin tamirini kısıtlı bir bütçeyle en güzel şekilde yerine getirdiğini hatırlattı.
Mağusa’da günümüze kadar gelen birçok eski eserin yaşatılabilmesinde Mogabgab’ın büyük emeği olduğuna dikkat çeken Dağlı, özellikle Mağusa Suriçi’nde bulunan çok sayıda eserin kumtaşından yapıldığını bildirdi.
Kum taşının rüzgâr ve yağmur gibi doğal olaylara çok dayanıklı olmadığını ifade eden Dr. Okan Dağlı, kentteki eski eserlerin yıpranmasının en büyük nedeninin bu olduğunu ve bu eski eserlerin sürekli olarak bakıma ihtiyaç duyduğunu anlattı.

“Bakımda 40 yılın gerisindeyiz”
Acı olanın eski eserlere ilgi bazında 40 yıl öncesini yakalayamamak olduğuna dikkat çeken Dağlı, eski eser bir binanın üzerinden düşen taşın yerde kaldığını bir süre sonra da ilgisizlik yüzünden yapının eriyip yıkıldığını söyledi.
Gazimağusa’da en zengin yapılanmanın 14. yüzyılda Lüzinyanlar Dönemi’ne ait olduğunu ifade eden Dağlı, bu yapılanların yaklaşık 700 yıllık olduğunu kaydetti.
Osmanlı Devleti’nin bu yapılara çok az eklemeler yaptığını anlatan Dr. Okan Dağlı, Osmanlı’nın 1-2 kiliseyi camiye dönüştürdüğünü, 3-4 çeşme ve 3 tane de hamam inşa ettiğini belirtti.

“Da Vinci’nin kayıp kapısı!”
Tarihi Venedik Sarayı’na girişteki kolanları tutan taşların zamanla eridiğini belirten Okan Dağlı, Eski Eserler ve Müzeler Dairesi’nin binasının da bakımsız olduğunu, yıllardır elektrik bulunmayan eski sayacın yerinden sökülmediğini ve kötü bir görüntü ortaya koyduğunu anlattı.
Dağlı, dünyanın en ünlü savaş yapıları ve aletleri tasarımcısı ve mimarı olan Leonardo da Vinci’nin tasarımı olduğu öne sürülen Deniz Kapısı’nın (Sea Gate veya Port Del Mare) restorasyon adı altında söküldüğünü ve 20 yıldır kayıp olduğuna dikkat çekti.
Sea Gate’in dünyada 2 örnekten bir tanesi olan demir parmaklı kapısının ise dış iklim şartlarına maruz kaldığı için yıprandığını anlatan Dr. Okan Dağlı, Sea Gate’in temelinin ise yanlış restorasyondan dolayı kazılıp bırakıldığını, bu uygulamanın da paha biçilmez yapıya büyük zarar verdiğini açıkladı.
Osmanlı’nın Kıbrıs’ı fethi sırasında Mağusa’da savaşın en yoğun olduğu bölge olan Canbulat (Arsenal) Burcu’nun atılan toplardan büyük zarar gördüğünü belirten Okan Dağlı, iklimden dolayı burcun yıprandığını ve acil müdahale yapılmaması durumunda çökebileceğini kaydetti.

“Dünyanın ikinci cüzam hastanesi”
Dünyanın ikinci Lepra (Cüzzam) hastanesi olan St. Antuan Hastanesi’nin ilgisizlikten dolayı zamanla içler acısı hale geldiğini ifade eden Dağlı, ilk olarak bu hastanede başlatılan ve daha sonra da çok önemli çalışmalar yapılarak halk arasında “Miskin” olarak bilinen Cüzzam hastalığının Kıbrıs’ta görülmez hale getirildiğini anlattı.
Mağusa İnsiyatifi Sözcücü Dr. Okan Dağlı, kentte yıkılma tehlikesi geçiren birçok kilisenin 1571’de Kıbrıs’ın fethi sırasında ve 1735 yılındaki büyük depremde büyük hasar gördüklerini dile getirirken, ayakta kalan bazı tarihi yapılarında bar veya disko olarak kullanılması nedeniyle büyük zarara uğratıldığına dikkat çekti.
Dağlı, Mağusa’da çeşitli din ve kültürlere ait yapıların bulunduğunu, bunlardan bazılarının Ermenilere ait St. Mari Kilisesi, Maronitlerin St. Ann Kilisesi, Süryanilerin St.Tanners’i, Bizanslıların Ay. Zoni Kilisesi,  Nasturilerin Nasturyan Kilisesi, Templer Şövalyeleri’nin İkiz Kiliseleri ve günümüzde Lala Mustafa Paşa Cami yapılan Katoliklerin St. Nicolas Katedrali’nin bunlardan sadece bir kısmı olduğunu söyledi.
Bu yapıların amaçlarına uygun düzenlenmeleri durumunda kültür ve dinlerin çekim merkezi olabileceğimize dikkat çeken Dağlı, ülkemizin dünyada yıllık 300 milyon insan kapasitesi olan inanç turizminden pay alabileceğinin altını çizdi.
Zamanla eriyen taşların birkaç taş ustasının düzenli çalışması sonucu yerine konularak tarihi yapıların yok olmaktan kurtarılmaya başlanabileceğinin altını çizen Dr. Okan Dağlı, yeniden Mağusa’da kum taşlarının kesilebileceği gibi geçmişte özel şahısların evlerine bahçe duvarı olarak da döşendiğini, bu taşların geri alınarak eski yapıların tamirlerinin yapılması gerektiğine dikkat çekti.

“Otello Kalesi de yıkılacak!”
Mağusa’yı dünya çapında markalaştıran bir iç kale olan Otello Kalesi’nin yıkılma tehlikesiyle karşı karşıya kaldığını fakat bununla beraber yakın bir gelecekte orada bir takım çalışmalar başlatılacağını duyduklarını belirten Dağlı, bu konuda ayrıntılı bilgiye ihtiyaçları olduğunu söyledi.
Mağusalıların tarihi kentlerinin eriyip gittiğini görerek tedirgin olduklarını belirten Dağlı, konu ile ilgili olarak yetkilerin acilen açıklama yaparak kentlileri bilgilendirmesi gerektiğini ifade etti.
Dağlı, özellikle Eski Eserler ve Müzeler Dairesi ile Eski Eserler ve Anıtlar Yüksek Kurulu’nu bünyesinde barındıran Turizm Çevre ve Kültür Bakanlığı’nı göreve davet etti.

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir