Mağusa İnisiyatifi tarafından düzenlenen “Kıbrıs’ta kriz, çözüm ve fırsatlar” paneli, 12/4/2013 tarihinde, Mağusa Kültür ve Kongre Merkezinde gerçekleşti.

Panelin açılış konuşmasını yapan Dr. Okan Dağlı, Kıbrıs’ta uzun yıllardan beridir süregelen “çözümsüzlük” sürecinin, Kıbrıs toplumlarına büyük zararlar verdiğini, yıllarca iki liderin inisiyatiflerine bırakılan çözüm görüşmelerinin, iki topluma da hiçbir fayda getirmediğinin artık anlaşıldığını, Mağusa İnisiyatifinin de tam da bu amaçla yola çıkarak, çözümle ilgili alternatif düşünce ve fırsat önerilerinin halklar tarafından tartışılmasının önemini vurgulamayı ilke edindiğine değindi.

Dr. Okan Dağlı açılış konuşmasında, Annan Planı’nın hazırlandığı dönemde, adadaki sosyo-ekonomik koşulların gerek Kıbrılı Türkler gerekse Kıbrıslı Rumlar için bugünden oldukça farklı olduğu, ilgili dönemlerde, Güney-Kıbrıs ekonomisinin çok iyi durumda ve stabil olduğu ancak bugün kriz dolayısıyla koşulların ters döndüğü gerçeğine dikkat çekerek bu durumun Kıbrıs’ta çözüm için zemin hazırlayabileceğini vurguladı. Adada uzun yıllardır devam eden siyasi krize son dönemde her iki toplumu da derinden etkileyen ekonomik krizlerin damgasını vurduğunu, adalıların bu krizlerden çıkmak için kendi ekonomik potansiyellerini çözümsüzlük nedeniyle değerlendiremediğini de vurgulayan Dağlı, Mağusa İnisiyatifi’nin Mağusa’da Liman ve Maraş ile ilgili önerilerinin gerek siyasi gerekse ekonomik açmazlara çare olabileceğini ifade etti.

Panelin ilk konuşmacısı Prof. Dr. Niyazi Kızılyürek, sunumuna öncelikle, geçtiğimiz günlerde Kıbrıs Rum toplumunu vuran ekonomik kriz ve AB önlem paketi dolayısıyla Rum halkının çok büyük bir belirsizlik içerisinde olduğunu, bu durumun halkı bunalıma sürüklerken bir yandan da Kıbrıs’ta Yunan bankaları ile sembiyotik ilişkiler gösteren bankaların, bazılarının, Yunan bankaları tarafından satın alınmasının halk arasında gizliden bir öfkeye yol açarak Yunanistan’la olan ilişkilerinin bozulmasına sebep olduğuna değinerek başladı.

Kızılyürek konuşmasının devamında, AB ile arasının açıldığı bariz olan Kıbrıs Rum toplumunun müttefik saydığı Rusya’dan da beklediği yardımı görmediğini, tüm bu gelişmelerin, 2004 sürecinde ayakları yere basan bir ekonomiye sahip olan Rum toplumunun Annan Planına evet demeyi bir “belirsizlik” olarak gördüğü fakat günümüzde gelinen noktada belki de ekonomik kriz dolayısıyla doğan bu derin belirsizlik ve bunalım duygusunun yeni bir “paradigma” yaratarak, Kıbrıs Rum toplumunun yeni çözüm önerilerine olumlu yönde bakmasına sebep olabileceğine değindi.

Kızılyürek, bu süreçte, Türk tarafına ve barışsever Kıbrıslılara çok iş düştüğünü vurgulayarak, öncelikle Rum tarafının içine düştüğü durumu fırsat bilerek taksim tezini ortaya atmanın veya olumsuz tavırlar takınmanın Türkiye Cumhuriyetine hiçbir fayda sağlamayacağını, adada bölünmüşlüğün derinleşmesi halinde Rusya’nın adanın güneyinde Türkiye’yi rahatsız edebilecek derecede güçlendirebileceğini öne sürdü.

Gelinen aşamada, Kıbrıs Türk toplumunun yapıcı ve barışçıl davranarak derhal bir çözüm taslağı hazırlayarak açıklamasının son derece önemli olduğunu izah eden Kızılyürek, özellikle Maraş’ın BM’ye devredilmesi hususlarının derhal görüşmeye açılması gerektiğinden, bunun adadaki kalıcı çözüm faaliyetlerini temellendirecek çok önemli bir jest olabileceğinden bahsetti.

Son olarak, halka, barışın insanlara sağlayacağı menfaatlerin açıklanması açısından sivil toplum örgütlerine çok büyük görevler düştüğünü anlatan Kızılyürek, hem Kıbrıs Rum toplumunun hem de Türkiye’nin Kıbrıs Türklerini özellikle bu dönemde çok önemsemesi gerektiğinden bahsederken şu sözleri kullandı: “Türkiye Cumhuriyeti adadaki yönetimde söz sahibi olmak istiyorsa, Kıbrıs Türk Toplumunu güçlendirerek yönetimde etkin kılmalıdır, şayet, Rum Toplumu da, Türkiye Cumhuriyeti’nin baskılarından kurtulmak istiyorsa, Kıbrıs Türklerini muhatap alması gereken bir yapıyı desteklemelidir.”

Panelin ikinci konuşmacısı Gazeteci Erdal Güven, konuşmasına öncelikle, TC devletine bağımlı olan KKTC ekonomisi ile ilgili Dünya Bankasının düzenlediği son raporların hiç de iç açıcı olmadığını, bu sistemin sürdürülebilir olmadığını pek yakında Kıbrıs Türk tarafının da Güney Kıbrıs’ın bu günlerde yaşamakta olduğu problemlere benzer problemlerle karşılaşacağına değinerek başladı.

Konuşmasının devamında, TC gündeminin son günlerde Kürt Sorunun çözümüne odaklandığını ve maalesef Kıbrıs sorunun gündemden düştüğünü aktaran Güven, TC ekonomisinin de 4-5 yıl önceye göre sürekli büyüme kaydeden istikrarlı gidişatının toplumda bir öz güven yarattığını, dolayısıyla AB’ye giriş süreci ile de TC hükümetinin artık eskisi gibi ilgilenmediğini vurguladı.

Güven, yine de Ahmet Davutoğlu’nun BM genel sekreterine, Kıbrıs sorununa ilişkin olarak, yazmış olduğu 4’lü görüşmelerin başlatılabileceğine ilişkin mektubunun önemsenmesi gerektiğine değindikten sonra, Mağusa İnisiyatifi ve benzer sivil toplum örgütlerinin çeşitli çalışmalar yaparak, Maraş’ın açılması tezine benzer tezler öne sürerek, büyük adımlarla değil esasen küçük adımlarla sorunların çözülebileceğinin halka anlatılması gerekliliğinden bahsederek elbette ki aynı tutumun muadilinin Güney Kıbrıs’ta da olmasının Kıbrıs sorunun çözümü için farz olduğuna değinerek konuşmasına son verdi.

 

 

 

 

 

Bir yorum ekleyin

E-posta hesabınız yayımlanmayacak. Gerekli alanlar * ile işaretlenmişlerdir