Mağusa İnisiyatifi, Mağusa Suriçi’nde izinsiz inşai faaliyetler hakkında rapor çıkardı. MTG Kulüp Binası ve İnciraltı Restoran’ının olduğu bölgelerin tarihsel önemi nedir?
Mağusa Suriçi bölgesi 2300 yaşını doldurmuş, bu süre içinde tarihe tanıklık yapmış, çok önemli bir Ortaçağ kentimizdir. Bu özelliğinden dolayı belki de adada en çok üzerine titrenilen ve en iyi korunan bir “kentsel sit” alanıdır. Mağusa’nın korunması için İngiliz döneminde çıkarılan kent için özel yasalar dahi bulunmaktadır. (Famagusta Improvement Law, Mağusa Gelişme Yasası)
Kentin korunması ve doğru gelişmesi için biz de Mağusa İnisiyatifi olarak kentin sahipleri olarak çok titiz çalışıyoruz. Aramızda restorasyon uzmanları, mimarlar, şehir bilimcisi arkadaşlarımız vardır. Son olarak 27 Temmuz’da kapsamlı bir basın açıklamasıyla kentteki durumu gözler önüne serdik.
Biz de MTG kulüp binası ve futbol sahasının olduğu yere vurgu yaptık. Ve açıklamamızda da yer alan cümlelerle o bölgenin öneminden bahsettik:
“Şu anda Canbulat Stadyumu’nun bulunduğu alan Latinler Dönemi’nde ‘Palio’ oyunlarının, Osmanlı Dönemi’nde ise ‘Cirit’ oyunlarının oynandığı spor sahasıdır. Latinler Dönemi’nin en eski ve değerli burçlarının bulunduğu ve mevcut durumundaki düzensiz reklam tabelaları ile kapatılamayacak, her türlü inşai faaliyetin izne tabi olması gereken, yüksek duvarlarla kapatılmaması gereken bir alandır. Öte yandan Kulüp Binası, Latinler Dönemi’nin en önemli dini komplekslerinden (manastır, hastane, kilise vb) St. Dominik Dini Kompleksi’nin kalıntıları üzerinde yer almaktadır. Bu alan, aynı zamanda 14. Yüzyılda Cenevizlilerin vasiyetnamelerinde gömülmek için en fazla tercih belirttikleri yer olmuştur.”
İnciraltı restoranın bulunduğu bölge de geçmişte Mağusa’nın merkezi olan bir bölgeydi. St. Nicholas Katedrali (Lala Mustafa Paşa camisi) yapılmadan önce orası kentin en önemli merkeziydi. Muzaffer Ersu Sokak ise kentin ana caddelerinden biriydi. Bu merkezi bölgede St. Nicholas’tan yaklaşık bir asır önce de hemen St. George’un yanında bir Bizans kilisesi yapılmıştı. Kentteki üç Bizans kilisenin en önemlisi ve en eskisi olan St. Simeon kilisesi hemen St. George’un arkasında konumlanmıştır. İşte İnciraltı restoran de tam da bu iki kilisenin devamı da sayılabilecek kalıntıların üzerine inşa edilmiştir.
Bu bölgelerde izinsiz inşai faaliyet yapmak neden sakıncalıdır ve tarihi yapılara ne gibi zararlar verebilir? Bu konuda Mağusa İnisiyatifi’nin çözüm önerileri nelerdir?
Mağusa İnisiyatifi’nin görüşü bu konuda gayet nettir: “Mağusa Suriçi ‘kentsel sit alanı’ olarak ilan edilmiş bir alan olduğu için burada yapılacak her türlü inşai ve fiziki müdahale için Planlama Onayı aracılığıyla istisnasız olarak AYK onayı alınması gerekmektedir. Tarihi Suriçi’nin korunması ve mevcut mimari ve tarihi değerleriyle gelecek nesillere taşınması önceliklerimiz arasındadır. Bu önceliğimizin önüne hiç bir kişi ya da kurum/kuruluşun beklentilerinin geçemez.”
Yapılan inşai faaliyetlerin tamamen durması mı gerekir yoksa izinli, kontrollü bir şekilde olursa tarihi yapılara zarar vermeden yapılabilir mi?
Biz kenti yaşayan açık bir müze olarak tahayyül ediyoruz. Suriçi yaşayan, dinamik bir kent olabilir. Tarihi, çağdaş ve yeni yapıların içiçe olabilmesi de Suriçi’nde mümkündür. Fakat bu tarihi dokuya, binlerce yıllık kültürel birikime ve kentin görkemli yapılarına saygı temelinde olmalıdır. Yenilenme adına eskiyi yok sayma, ve onu talan etme anlayışını kabullenmemiz mümkün değildir.
MTG’nin faaliyetlerinin şimdiki yerinde devam etmesi çok önemlidir. Hergün bu sayede kente yüzlerce çocuk, genç, yaşlı değişik sportif ve sosyal aktiviteler nedeniyle girişi-çıkış yapar. Oraya ciddi bir dinamizm getirir. Maç günleri diğer şehirlerden yüzlerce seyirci ve sporcunun kente gelmesini, kentin içindeki mekanları görüp kullanmasını sağlar. Restoranlar da öyle. Kentin özellikle öğle ve akşam saatlerinde dinamizmini sağlayan cafe, bar ve restoranlardır. Onların da sayıca artması ve yaşaması lazım. Ama onlar yaşarken, kentte ses ve çevre kirliliğine neden olmamalı, gelişirken tarihi dokuyu malı-canı gibi sevmeli ve korumalıdır. Orada konaklayan yerli halkı ve konukevlerindeki turistleri de düşünerek bir gelişme sağlanmalıdır. Suriçinde konaklayan insanlarımız kentin en önemli unsurlarıdır. Mutlaka onlar da dikkate alınmalıdır.
Yayınlanan bildiriden sonra ne gibi değişiklikler oldu? Hala izinsiz faaliyetler devam ediyor mu yoksa durduruldu mu?
Her açıklamadan sonra bir kamuoyu baskısı oluşuyor. Burada yasalarımız Eski Eserler Dairesi’ne açık ve sarih müdahale hakkı tanısa da, siyasi baskılar yüzünden daireler gittikçe pasifize edilmiş bir noktadadır. Sözde “yatırımı engelleyen”, “insanların ekmek parasına” göz diken noktaya çekilip mühürlenen yapılar dahi inşaatlarına devam ediyor. Bunlar ombudsman raporlarına yansısa dahi siyasi mevkide olanların siyasi rant uğruna tarihi dokuya zarar verenlere iltimas geçtiği aşikar bir durumdur.
Raporda, Suriçi’nde kamuya ait olan birçok açık alanların işgal edildiği de yazıyordu. Bu konudaki durum nedir?
İşgaller maalesef en büyük sorun. Kaldırımlar, yollar ve boş arazilerin komşu evler ve işletmeler tarafından işgali de maalesef Belediyenin göz yumması ve yine siyasi rantı düşünmesi nedeniyle devam ediyor. Bir örnek verecek olsam Belediyenin mülkiyetinde olan ve çok cüzi kiralarla kiralanan “Belediye Evleri” olan bölgeye gidin. Martinengo Burcu’nun (Çifte Mazgallar) tam karşısında olan bir bölge. Orası kentin en görkemli burcuna sahiptir. Milyonlarca euroya restore edilmiş bu bölge olduğu gibi kaçak yapılarla doludur. Orayı yıllarca kullanan askerin bıraktığı kapalı salon, Belediye evlerinin arkasında yapılan garajlar ve gecekondular bölgenin öne çıkmasını engelliyor, ciddi bir çevre kirliliği yaratıyor.
Serbest liman içinde yer alan tarihi taş ocağıyla ilgili durum nedir ve Mağusa’daki tarihi eserlerin restorasyonunu nasıl etkiliyor?
Bu konuyla ilgili neredeyse 10 yıldır uğraşıyoruz. Ombudsman kararları çıkarttık. Ama bir türlü tarihi taş ocaklarımıza ulaşıp restorasyonlar için taş temin edemiyoruz. En önemli ocak Serbest Liman içinde bir özel şirkete kiralanmış. Onu oradan kurtardığımız halde gelip geçen iktidarların ocağı çalıştıracak yöntem bulamadı ve taş çıkarılmadı. Ve şimdi maalesef ilgili şirketle mahkemeleşme noktasında artık oraya erişimin önü de kapandı. Eski Eserler Yasamız halbuki burada çok nettir. Eski Eserler yasamızın 10. maddesi çok açık olarak “ihtiyacın olan yer senindir” diyor eski eserlere. Hem de mülkiyetine bakılmaksızın!
“10 (1) Mülkiyetine bakılmaksızın bu Yasa kapsamına giren taşınmaz eski eserler ve doğa varlıklarının korunmasını sağlamak için gerekli karar ve önlemleri alma, aldırma ve bunların her türlü denetimini yapma ve yapılmasını sağlama, alınan kararları uygulama ve/veya bu Yasa’nın öngördüğü usul ve esaslar çerçevesinde taşınmaz eski eserleri ilgilendiren her türlü inşai ve fiziki müdahalelere izin verme ve/veya işlem yapma yetkisi Müdürlüğe aittir.”
Mağusa bölgesinde kentin taşlarıyla ayni dokuya sahip taş bulamadığımız için son proje olan Canbulat Burcu (Arsenal) projesi iptal edilmiştir. İlgili komite ve UNDP’nin ortak kararı da taş ocağı çalıştırılana kadar Mağusa’da restorasyon ve renevasyon çalışmalarına ara vermektir. Şimdi bu durumdayız. Taş ocağı çalıştıramadığımızdan dolayı eski projeler iptal edilmiş, yenileri de yapılmamaktadır.
Alternatif taş ocakları yaratabilme ve taş edinebilmek için alternatif arayışlarımız devam ediyor. Eski Eserler Dairesi Dışişleri Bakanlığına bağlanmıştır. Bakanlık koordinatörü, Eski Eserler Dairesi Müdürü, Teknik Komite eş başkanlarıyla görüşmelerimiz devam ediyor.