- Yeni sınır kapılarıyla ilgili sivil toplum iradesi olmasına rağmen, hükümet edenler inandırıcı adımlar atmıyorlar. Gerek kuzeyin gerekse de güneyin hükümetleri suçu bir birine atma alışkanlıklarını kapılar mevsuzunda da gösteriyor. Mağusa İnisiyatifi bir süredir özellikle Derinya kapısı noktasında bir baskı unsuru olmaya devam ediyor. Bu kapı neden bir türlü açılmıyor?
- Derinya kapısının dışında da özellikle Lefkoşa ve Lefke bölgesinde de açılması beklenen kapılar var. Hükümetin bu noktalarda adım atacağına inanıyor musunuz?
- Kapıların açılamamasındaki esas etkenin ne olduğunu düşünüyorsunuz? Sonuçta asker ve Türkiye doğrudan muhatap hatta belirleyici unsurlar.
- Kıbrıs konusunda neredeyse her yıl aynı döngü yaşanıyor ve bunun sonucunda da Kıbrıslı Türkler her seferinde daha fazla umutsuzluğa gömülüyor. Bu umutsuzluk ve ‘bırakmışlık’ hali neredeyse hayatın tüm alanlarında kendisini hissettirmekte. Ne yapmak lazım?
- Çözüm ve federasyon tezi bu çıkışsızlık atmosferinde epeyi eleştirilir oldu. Hatta meşruluğu bile sorgulanır oldu? Sizce federasyon tezinde ısrar etmek anlamsızlaştı mı?
- Sizin için federasyon ne anlam ediyor? Bunca yıldır çözülemeyen bu meselede sizce ilkelerde değilse bile yöntemde ve aracılarda da sorunun aranması gerekmiyor mu? Yani iğneği biraz da kendimize batırırsak, federasyon taraftarlarının bir özeleştiri ve yeni yöntemler arayışı sürecine girmesi gerekmez mi? Kısacası federasyon tezi ölmediyse bile geleneksel federasyon arayışı yöntemlerinin ve araçlarının artık meşruluğunu yitirdiğini söyleyebilir miyiz?
- Kıbrıslı Türkler’in yakın gelecekte nasıl bir hayat bekliyor? Sağda, özellikle de faşist dediğimiz odaklarda ciddi bir hareketlilik var. Çözümsüzük koşullarının hüküm sürdüğü bir bağlamda sizce buradaki yapının geleceği ne olur? Aynı mı kalır yoksa dönüşür mü?
- Hükümeti nasıl değerlendiriyorsunuz? Başarılı başarısızdan ziyade ortada bir irade görüyor musunuz?
- Son soru, Kıbrıslı Türkler artık eskisi kadar örgütlü mücadele veremiyor. Daha çok bir çeşit reaksiyonerlik hali hakim toplumsal muhalefete. Bu durumun nedenleri nelerdir, çıkış yolu var mı, sol iddiasındaki partilere güveniniz var mı?
Cevaplar
- Derinya geçiş noktasının açılmasi için 1 Temmuz tarihini iki liderin 16 Nisan yemeğinde verdiklerini biliyoruz. Süreç 2015 yılında ilk buluşmalarında başlamış ve tam 3 yıl sonra liderler sözlerini tekrardan teyit etmişti. 200 metrelik ara bölgenin geçilmesi için 3 yıllık bir süre geçmesine, defalarca söz ve tarih verilmesine rağmen geçiş noktasının açılmamasını anlamak mümkün değildir. Şu anda geçişin güney tarafı tam anlamıyla hazır durumdadır. Hatta aylar önce bitirilmiş hiçbir eksik kalmamıştır. Ara bölge de 1 Temmuz öncesi BM tarafından hazır hale getirilmiştir. Soru şu aslında Türk tarafı AB tarafından asfalt parası da ödenmiş bir yolu geçişlere 3 yıldır hazır hale niye getiremiyor? Cevap siyasi irade eksikliğindendir. Bölgede askeri otoritenin dayattığı unsurlar vardır. Bunu aşamayan siyasi irade yolu açmak yerine, işleri yokuşa sürmektedir. Sonuçlanmayacağını bildiği “sözde” ihaleler açıp kapatmaktadır. Bölgeyi ziyaret ederek “açmak ister” gibi yapmaktadır ama bunlar birer siyasi şovdan öteye geçememektedir. Gerçek olan Kıbrıs Türk tarafının Derinya geçiş noktasını açmaya gerçek bir isteği ve iradesi olmadığıdır. Bu yol siyasi irade ve istek gösterilmediği, ve de dürüst davranılmadığı sürece 2018 yılı içinde açılamayacaktır.
- Mağusa’da Derinya geçiş noktasını açamayan siyasi liderlik ve otorite herhangi bir başka bölgede geçiş noktası açabileceğini düşünmüyorum. Her sesimizi yükselttiğimizde “yerinde inceleme yapmak” için geçiş noktalarına gidip savaş dönemlerindeki gibi “askeri brifingler” alan siyasi otorite başlangıçtan teslim olmuş durumdadır. Bu fotoğrafı veren sivil otoritenin sınırları aşabileceğini düşünmüyorum.
- Geçiş noktalarının açılmamasında esas etken sivil otoritenin askeri bürokrasi karşısında teslimiyeti, sivil toplumla beraber hareket etmemesi, halkın sesine ve ihtiyaçlarına kulak vermemesidir. Kendini güçsüz hissetmesidir. Halkın desteğini karşısındaki hissetiremesidir. Mutlaka sınır bölgelerini kontrol edenler kendi şartlarını sivil otoriteye dayatmak ister. Sözde askeri güvenlikten bahseder. Bunu Lokmacı geşişinden çok iyi hatırlıyoruz. Orada askerin devriye gezmesini Lefkoşa’nın güvenliği için bahane yapıp sivil otoriteyi engellemiş, köprüler yaptırmış ve saçma sapan davranışlar sergilemiştir. Sayın Talat’ın siyasi iradesini ortaya koymasıyla geçiş normal koşullarda sağlanabilmiştir. Ülkenin ve sınırların “savaş koşullarında” olmadığını ve savaşın çok gerilerde kaldığını askerlere hatırlatmayı bilmeden bu sorun devam edecektir.
- Kıbrıs’ta toplumların barış içinde yaşaması ve bu adanın artık geçmişte yaşanılan acı günleri geride bırakabilmesi için barış sürecine herkesin katkı koyması lazımdır. Bu adada toplumlar arası barışın sağlanması bulunacak federal çözüm öncesi ve sonrası olmazsa olmazımızdır. Çözümden önce de sonra da toplumların yakınlaşmaya, affetmeye ve bir arada yaşamaya başlaması lazımdır. Bunun için sivil toplum da, bizlerin seçtiği barışçı siyasi aktörlerin de hep beraber bu adanın binlerce yılda oluşmuş ortak kültürüne, birlikte yaşanmışlığına, çokültürlülüğüne saygı göstermesi ve bunun için çalışması lazımdır. Barışçı tutum, seçim sözlerinde kalmamalı ve parti sloganların ötesine taşınmalıdır. Sivil toplum da barış içinde yaşamanın alternatifinin savaşlar ve göç olduğunu bilerek hareket etmelidir. Daha fazla sorumluluk alıp, öne çıkmalıdır.
- Kıbrıs adasının geçmişinden bugüne baktığımızda çok toplumlu ve çok kültürlü yapısına en uygun ve en ileri devlet modeli federasyondur. Bu adada barış içinde birlikte yaşamanın, üretmenin ve geleceğe güvenle bakabilmenin bir başka modeli yoktur. Federalizme karşı gösterilen tüm alternatifler ada toplumlarının erimesine ve gelecekte hep çatışma tehditi içinde yaşamasına neden olacaktır.
- Bugüne kadar taraflar aslında federasyon görüşür gibi yapıp kendilerince üniter devlet ve iki ayrı devleti görüştüler. Kıbrıs Rum liderliği üniter bir devlete yakın bir modelde Kıbrıs Rum otoritesinin devamını, Kıbrıs Türk tarafı ise hep aklından geçen iki devletli modele yakın konfederal modelleri tartıştı durdu. Yani “federasyon tartışıldı ama başarılı olunamadı” sözü bir safasatadan öteye değildir aslında… Toplumların dışlandığı, hakikatların konuşulmadığı ve yüzleşmenin yaşanmadığı süreçler sonunda taraflar kendi ajandalarını bir diğerine dayatma için yarım asır harcadılar ve başarısız oldular. Federal bir sistem için yapıldığı iddia edilen görüşmeler hiçbir zaman fedaralist anlayışı özemseyen, isteyen, adanın ve burada yaşayan toplumların çıkarlarını, birlikteliğini, üretimini öne çıkakaranlar tarafından tam analmıyla yapılmadı. Bir tarafta dayatmacı diğeri tarafta ayrılıkçı, milliyetçi yaklaşım ve unsurlar federal tezlerden öte üniter ya da konfederal tezleri masaya taşıdı. Federalizmin ruhuna tecavüz edildi. Ama fatura federalizme çıkarıldı. Onu savunanlar yalnızlaştırıldı, kendi toplumlarında ötekileştirildi ve hedef gösterildi.
- Mevcut çözümsüzlüğün devamı durmunda en çok kaybedecek olan Kıbrıslı Türkler olacaktır. Büyük bir coğrafyanın içinde yalnızlaşan, biat eden yapıları içinde Kıbrıslı Türkler, “alt yönetimi” olarak kabul edilen ve süratle fundemalizme kayan bir ülkenin kumandasında kültürel yok oluşu yaşamayla karşı karşıya kalacaktır. Herhangi bir devlet yapısından yoksun, kimliksiz ve kültürel değerlerini kaybetmiş, erimiş bir varlık haline gelme tehdidi altında, faşizan bir yapının ve dinsel fundemalizmin eserati içinde yaşamaya doğru hızla evrilmenin önüne set çekilebileceğimiz en önemli alternatif adanın federal çatı altında çözüme kavuşmasıdır. Bir devlet yapısı içinde söz ve yetki sahibi olması, uluslararası tanınan bir yapının aktörleri olmasıdır. Elbette çözümü hedeflerken Kıbrıslı Türkler, iradelerini yaşadığı topraklara yansıtacak duruşu sergilemelidirler. Bunun için henüz geç değildir. Bunun ipuçlarını zaman yaşadıkları saldırılara karşı beraberce ortak tavır alarak gösteriyorlar. Siyasi kimliklerini, partilerini de bir tarafa koyup ortak tavır gösterdikleri ve ciddi mesajlar verdikleri eylemleri görmezden gelemeyiz. Ama bunlar yeterli değildir. Çözümsüzlüğün derinleştiği ve bu yönde ümitlerin tamamen kaybolduğu durumda içinde bulunduğumuz ve gittikçe kötüleşen yapımız için olumlu konuşmak da çok zordur.
- Hükümetin yaklaşık 6 aylık karnesini olumlu olarak değerlendirmek çok zordur. Mevcut yapının olumluya dönüşümü adına yapılan ciddi bir hamle göremedik.
- Şu anda örgütlü mücadelede bir gerileme ya da durgunluk yaşandığı kesin. Parlamento içi siyasi partiler siyaset olarak merkeze oldukça yanaştı. Hükümette bulunma istek ve eğilimleri, partileri merkeze yaklaştırıyor, söylemde olmasa da eylem ve icraatta benzeştiriyor. Muhalefette oldukları zamanki duruşlarını ne barış süreci için ne de sosyal ve ekonomik konularda gösteremiyorlar. Solda hem ideolojik hem de yapısal erozyonun olduğunu toplum hissediyor ama bunun için de gereklerini yerine getiremiyor. Yeni anlayışlar yeni dönemde arayışlar içinde olsa da eski örgütlenme ve mücadele anlayışının yerine yeninin henüz solda ikame edemediğini söyleyebiliriz. Sosyal medyanın daha etkili kullanılması bile örgütlülüğünün alternatif olamıyor.